FITRAT AHLAKI
İlk insanla başlayıp zamanla sistemli bir disiplin hâline gelen iletişim, “birey”den “çevre”ye, çevreden de geçmişe ve geleceğe doğru uzanan bir süreci anlamaya ve açıklamaya çalışır. Bu sürecin farkında olmak, toplumlarda ortak değerlerin görünür hâle gelmesi manasına gelir ki, bu da iletişimin işlevsel bir boyut kazanması demektir. Böylece, çevre ile daha etkili bir biçimde iletişim kurma imkânı sağlanmış olur.
İletişim, bireysel ve toplumsal olaylarda belirleyici olmanın yanı sıra, bireyler arasında iletişimi geliştirmenin ve yaşanabilirlik adına toplumsal kontrolü arttırmanın olmazsa olmazıdır. İletişimin işlevselliğini arttırmak için de “izleyiciler / dinleyiciler” üzerinde yoğunlaşmak gerekir. Burada da önemli olan, söylemlerimize ne gibi anlamlar yüklediğimizdir. İletişimdeki esas vurgu, metni üretenle onun muhatabı olan kültür arasındaki etkileşimle ilgilidir. Bu anlamda değerleri üretme / inşa etme ve sürdürmede iletişimin oynadığı rol önemlidir.
İletişimde üretilen farklılıklar, bireysel ve toplumsal kültür farklılıklarıdır. Bunlar, ahlaki anlamda kötü değildir, aksine kültürel zenginliklerin birer parçası ve göstergesidir. İletişimin ruhunu oluşturan faktörler insanın fıtratında bulunmaktadır.
İletişimin dili evrenseldir. Fakat her fırsatta kendi menfaatlerini önceleyen (bencil) kişilerle, uluslar arası düzeyde toplumlarının menfaatlerini kollamak maksadıyla başka toplumlara zulmetmeyi alışkanlık hâline getirenler, bireysel ve evrensel iletişim ahlakına büyük zarar vermekte ve güven bunalımı yaşatmaktadırlar.
Bireyler toplumları oluşturur. “Üzüm üzüme baka baka kararır” ironisinde ifadesini bulan hâlin pozitif bir ivme kazanabilmesi, bireyin karakterinin sağlam olmasına bağlıdır ki diğer insanlara zarar vermesin, onları karartmasın. İnsan ilişkileri açısından çevre (medya) faktörü önemsenmeli, fakat her gördüğünden ve duyduğundan etkilenerek sürekli yanlış yapmanın da bir kişilik zaafı olduğu unutmamalıdır.
Toplumu oluşturan her bir bireyin kişisel sorumluluk taşıması gerekir. Bu da iyi bir ahlak eğitimi ile mümkündür. Fıtratı gereği bütün insanlar, yalın ahlak değerleri konusunda birleşirler. Ne var ki menfaatlerin devreye girmesiyle çeşitlenen ilişkileri, “vasıta” (menfaat) değerler yönlendirmektedir. Bu da iletişim adına ciddi bir kırılma oluşturmaktadır.
İnsanın hayrı ve şerri: Elektronik medya
Dün ile bugünün dünyası, öz itibarıyla birbirinin aynı olmasına rağmen, günümüzde iletişim vasıtaları sayesinde çok farklı bir boyut kazanmıştır. Yöresel çeşitlilikler nostaljik bir hal almıştır. Dünyayı küçülten elektronik medya ülkelerin sınırlarını dahi yapaylaştırmıştır. Böyle bir dünyada “köy”den ve yöresel âdetlerinden söz etmek mümkün değildir. Hatta bunlar organik olmaktan da çıktı. Çünkü radyasyon, rüzgârlar sayesinde yeryüzünün her bölgesine ulaşmakta ve her canlıyı etkilemektedir.
Teknolojinin iyiliklerinden biri, küçülen dünyada, insanlığı ayrıntılardan arındırılmış yalın ahlak değerlerinin yöneteceği düşüncesidir. Mesela böyle bir dünyada kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkalarına da yapmayacaksın; kaba güç kullanmayacaksın, haksızlık yapmayacaksın, çalmayacaksın, her tarafta kameraların olduğunu bileceksin. MOBESE kameraları zorunlu olarak zaman içerisinde tabii kameraları (vicdan) güncelleyecek, vicdanlar devreye girecek, insan fıtratını hatırlayacaktır. Böylece aklını kullanan insan, ibret olmamak için “ibret alacak”tır.
Günümüzde insanlar elektronik medyanın enformasyon bombardımanına tabi tutulmaktadır. Dolayısıyla bilgi bombardımanı altında kalan insan ciddi anlamda zihinsel hazımsızlık yaşamaktadır. Doğru ile yanlış, iyi ile kötü kol kola girmiştir. Önemsiz olan önemli, önemli olan da önemsizleştirilmiştir. Böyle bir kaos ortamında kalan insanın, bunları ayrıştırıp kendine “emin” bir yol haritası oluşturması bir zorunluluk hâline gelmiştir.
Elektronik medya sayesinde çağımız her bakımdan sürat kazanmıştır. Fakat sanal medyanın, iç içe geçmiş bilgi ve belgeleri toplayıp analiz etmek gibi bir amacı da işlevi de yoktur. Bu durumda insan, hayatını kendine özgü bir şekilde yaşayabilmek için, kendine bir çıkış yolu bulmak zorundadır. Bu sebeple iletişimin, “medyatik” ve “mekanik” olmaktan çıkarılıp insanileştirilmesi gerekmektedir. Çünkü “elektronik medya” duygusuzdur; ürünlerini iyi-kötü, faydalı-zararlı gibi bir ayırıma tâbi tutmaz. O, gözyaşını bilmez ama hislerini kaybetmemiş insanı üzer ve ağlatır.
İnsani bir olgu olan iletişimin, mekaniklikten kurtarılıp duygularla donatılması yani bir ruh verilmesi gerekir. Bu da iletişime “ahlaki bir hüviyet” kazandırmakla mümkündür. Zaten insan ilişkilerine ahlaki değerler egemen olmadıkça, insan maddi ve manevi anlamda ıstırap çekmeye devam edecek demektir.
Kaynağı meçhul olduğu gibi doğruluğunu da araştıramadığımız bilgiler, insan ilişkilerini düzenler hale gelmiştir. “Elektronik medya”da herhangi bir bilginin kaynağı ile ilgili öznesi “kim” veya “ne” diye sorulduğunda cevabı da sanal olmaktadır. Günümüzde elektronik medya, yaramaz bir çocuğun oyuncaklarıyla iletişim kurmasına benzemektedir: Dağıttıkça, yırttıkça, kırdıkça, yıktıkça haz almaktadır.
Kabul etmek gerekir ki şikâyetlerin, tespit dışında hiçbir faydası yoktur. Onun için ahlaklı insanın “elektronik medya”nın istikametini değiştirebilecek ve onu insanileştirecek şekilde donanımlı olması gerekir. Belleklerin, özgürlüklerin sorumluluk gerektirdiği biçimde şekillenebilmesi için öncelikle bireysel çabaların “iyi niyet” taşıması şarttır. Elbette sorumluluk, sınır koymak değildir, aksine hayata işlevsellik kazandırmaktır. İnsanların akıl yönünden eğitildikleri kadar, ahlak yönünden de eğitilmesi gerekir. Aksi halde ahlaktan yoksun akıl, yıkıcılıkta sınır tanımaz hale gelebilmektedir.
Her bir birey, yaşadığı dünyaya karşı bireysel ve toplumsal sorumluluk duygusu içinde olabilseydi, bugün yaşadığımız olumsuzlukların önemli bir kısmını yaşamıyor olurduk. Görsel medyada, çocukluktan itibaren beslenen aksiyon (action) duygusu, sevgi ve ahlak eğitimiyle terbiye edilemediği için; büyüdükçe, yaşına ve ortamına göre yıkıcılıkta farklı maharetler sergilemektedir.
Görsel medyada, tüketime paralel olarak kaliteli programların üretilememesi, sunumların içeriğini ve kalitesini basitleştirmekte, hatta kolaycılığa kaçılarak duygu sömürüsü yapılmaktadır. İçerikler, “incir çekirdeği”ni doldurmayan cinsten konularla (!) izleyiciler savsaklanmaktadır. Aşırı tüketim kaliteyi düşürürken, “insani ilişkiler”in sınırları da zorlanmaktadır. Böyle bir ortamda insan, değerler bazında şarj olamadığı için ruhsuzlaşmakta ve hatta mekanikleşmektedir.
“Yapmak, üretmek ve imar etmek” yerine, “yıkma”nın pirim yapar hâle gelmesi, ne yazık ki aklın da verimli bir şekilde kullanımını engellemektedir. Çünkü yıkmak için akıl faaliyetine ihtiyaç yoktur. Yıkıcılığı tahrik eden görselliklerden şikâyet ederken, bu tür programları yapanların da birer “insan” olduğunu unutmamak gerekir. Ne yazık ki, özgürlüklerin jelatinine sığınılarak, insani değerler konusunda ciddi anlamda tahribat yapılmaktadır.
Teknolojik gelişmelerde doyum aşamasına ulaşılan bir süreç yaşanırken, son zamanlarda sorumluluk bilinciyle hareket eden kurumlar tarafından iyinin, güzelin, doğrunun ve insani olanın aranmasıyla ilgili çabalar, insan türü adına olumlu bir gelişmedir. Bütün mesele, insanda ve tabiatta mevcut olan güzellikleri görebilmek ve görünür kılabilmektir. Canavarlaşan medyanın, “yaşama sevinci” verir hâle gelebilmesi için bireylerde sorumluluk duygusunun uyandırılması şarttır.
Fıtrat ahlakı: İletişimin onuru
İnsan, fıtratı gereği ahlaklı olduğu için iletişimin de mayasını ahlak oluşturmaktadır. Aslında maya sağlam olunca bütün ürünler sağlıklı olur. Ancak maya bozuksa ürünler kokuşmaya ve çevreye zarar vermeye başlar. Kâinatın düzeni ahlakilik temeli üzerine kurulmuştur. Evrenin kullanıcısı olan insan, “kemal”e ahlak ile ulaşabilir. Başka bir ifade ile insanı güzelleştiren ve eşref-i mahlûk yapan onun ahlakıdır.
Tabiat güzeldir. İyiden iyilik, güzellikten güzellikler doğar. Günümüzde iletişim ahlakı adına hasretini çektiğimiz “ruh” da budur. İletişimin temel gayesi insan ilişkilerine “seviye” kazandırmaktır. Bu da bireyin kendine saygı duymasıyla mümkündür. Kendine saygı duyan ve kendini önemseyen insan “başkalarını” da önemser ve saygı duyar. Kendine saygı duyan kimse kendiyle de çevresiyle de barışık olur.
Tek başına ne ahlak ne de ahlaklılık olur. Ahlakın söz konusu olabilmesi için sosyal çevreyle iletişim kurmaya ihtiyaç vardır. Görsel iletişimin ruhunu ahlak oluşturur. Ahlaklı insanın da birtakım özelliklere sahip olması gerekir. Bunların başında hakka ve hukuka riayet gelmektedir. Ahlaklı insan yapıp etmelerinde, günlük hayatın omurgasını oluşturan değerlerle iç içedir: Emanete riayet eder, yalan söylemez, doğru sözlü olur, çevresiyle ilişkilerinde dürüst davranır, dedikodu yapmaz, söz taşımaz.
Ahlaklı insan kendine ve çevresine yararlı işlerle meşgul olur. Kimsenin aleyhinde konuşmaz, kimseyi rahatsız etmez. İmkânları ölçüsünde çevresine maddi ve manevi yardımda bulunur. Büyüklerine hürmet eder, küçüklerine saygı duyar ve şefkat gösterir. Alçak gönüllü, samimi, tatlı dilli, güler yüzlüdür.
İletişim düşüncesinin temelini “iyi niyet” oluştur. İyi niyetli insan, yukarıda sayılan özellikleri eyleme dönüştürmeyi kendine vazife bilir. İletişimin en önemli vasfı “güven duymak”tır. Onun için güzel ahlaklı insanlarla iletişim kurmakta güçlük çekilmez. İster maddi ister manevi olsun “tabiat” fotojeniktir, evrendeki her bir varlık bundan nasibini alır; “tabii olan”ın sevilmesi bu yüzdendir.
İletişimin amaçlarından biri de düşman üretmemek, düşmanlığı körüklememektir. Maddi güzellikler geçici, ahlak güzelliği ise daimidir, ahlaklı insan her zaman umutludur. Evrensel ahlak değerlerini içselleştirdiği için de yerelliği aşıp yeryüzünü mekân edinir. Çünkü o, inanılan ve yaşanılan değerlerin insana verdiği manevi huzuru öncelemiştir.
İletişimin yakın göstergelerinden biri de, insanın sahip olduğu çevresi ve arkadaşlarıdır. İletişim düşüncesinde arkadaş, arkadaşın ruh dünyasının gıdası yani ruh hekimi gibidir. Bu yüzden ahlaklı insanın iyi arkadaşları vardır. Arkadaşlarıyla hayatı paylaşanların, çevreleriyle uyum sorunu olmaz.
İletişim ahlakı, herkesin sorumluluğunun farkında olmasını isterken, özellikle toplum karşısına çıkıp konuşan, yazan çizenlerin sorumluluk bilincinin yanı sıra, mutlaka vebal duygusunu taşıması gerektiğini vurgular.