I. Din eğitim ve Öğretimi
Din iyi ve güzel, kötü ve çirkin, doğru ve yanlış, adalet ve zulüm gibi hayatın temel çelişkileri hakkında perspektifler veren, dünya hayatını anlamlı ve yaşanabilir kılan en önemli değer kaynaklarından biridir. Din, gerek kişisel bir tercih veya metafizik bir tecrübe olarak, gerekse toplumsal var oluşun vazgeçilmez bir unsuru olarak hayatın her alanında kendisini gösterir. Bu itibarla kişisel ve toplumsal kimliklerin sağlıklı bir biçimde oluşabilmesi için dinin, özellikle de temel inanç ve ibadet alanlarının öğretilip eğitilmesinde zaruret vardır.
Fert ve toplum hayatının vazgeçilmez unsuru olan din alanında kim veya kimler eğitim ve öğretim vereceklerdir?
Bilindiği üzere, İslâmiyet, tevhit anlayışının tabiî sonucu olarak, kul ile Allah arasına tanrı imajı, resim, heykel veya din adamı gibi çeşitli vasıta ve aracıların girmesini kesin olarak yasaklamış; her kulun doğrudan doğruya ve aracısız olarak, Yüce Allah’a ibadet etmesi esasını getirmiştir. Bu sebeple de İslâm dininde “ruhban sınıfı” adıyla bir zümre bulunmamaktadır. Din bilginlerinin görevleri, sadece bildiklerini bilmeyenlere öğretmek ve bilgilerini soranlardan saklamamaktır. İslâm nazarında din bilginlerinin, başkaları üzerinde, kendilerine din tarafından verilen “dinî” bir üstünlük ve hâkimiyetleri yoktur. Bununla birlikte, dinin özellikle temel değerlerinin eğitim ve öğretimi ile toplu ibadetlerinin düzenli bir şekilde ifası ve organizasyonu için de birtakım kişilerin görevlendirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Zira bugün insanlar bütün ihtiyaçlarını kendi başlarına karşılayabilecek birkaç kişi veya birkaç aileden meydana gelen, sade ve basit bir dünyada değil; hayat şart ve münasebetlerinin gittikçe zorlaştığı, giriftleştiği ve çeşitlendiği bir dünyada yaşamaktadır. Böyle bir dünyada ise hayat münasebetlerinin düzenli ve gerektiği biçimde gerçekleştirilebilmesi için iş bölümü, iş güvencesi ve sosyal güvenliğe ihtiyaç vardır. Din hizmetlerinin sahipsiz bırakılması, dinî değer ve ibadetlerin bütünüyle ihmal ve iptaline hatta zamanla ortadan kalkması tehlikesine yol açabileceği için, söz konusu hizmetlerin düzenli bir şekilde yerine getirilebilmesi hususunda birtakım görevlendirmelerde bulunmak gerekmektedir.
II. Din Görevlisi
Geçmişte “hademe-i hayrât (hayırlı işler görevlileri)” adıyla anılan din hizmetlilerine bugün ülkemizde “din görevlileri” diyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki 22.06.1965 gün ve 633 sayılı kanunda, Başkanlığın görev ve yetkileri belirtilirken, “İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, toplumu din konusunda aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.” denilmektedir. Kanunun çizdiği genel çerçeveden hareketle, Diyanet İşleri Başkanlığının camilerde ve cami dışında ifa ettiği hizmetlere “din hizmetleri” ve bu hizmetlerin gerçekleştirilmesi sırasında görev alanlara da “din görevlileri” adı verilebilir. Din görevlilerinin dinî ibadetlerin ifası sırasında kendilerine hizmet verdiği kişi ve gruplara ise “cemaat” denir. Ancak, tekrar hatırlatmalıyız ki, bu hizmetler “din” tarafından belirli birtakım kişi veya kuruluşlara verilmiş “imtiyazlı” bir görev veya “meslek” değildir.
İnsanları doğru ve güzele, hak ve adalete yönlendiren din görevlisi, huzursuz ve mutsuz gönüller için bir umut ışığı; öksüz, yetim, kimsesiz ve haksızlığa uğramış kişiler için emin ve güvenilir bir melce ve sığınak; katı kalpli suçlular için ıslah edici bir mürebbî; kin ve nefretle dolu kalplere sevgi zerk eden bir gönül doktoru; her türlü günah kirine bulaşmış kimselere pişmanlık ve tövbe kapılarını açan bir yol gösterici; toplumun ahlâkî değerlerini koruyan ve toplumsal yozlaşma ve kötürümleşmeye karşı yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik duygularını pekiştiren hasbî bir lider ve rol modeldir.
III. Din Görevlisi-Cemaat İlişkisi
Dini ve onun esaslarını insanlara duyurma (tebliğ) ve insanları dinî konularda aydınlatma (irşad) göreviyle yükümlü olan din görevlisinin muhatap kitlesi içine gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine, çalışanından işsizine, bir harf bile bilmeyeninden en yüksek eğitim kademelerine yükselenine… kadar toplumu meydana getiren bütün unsurlar girer. Bu durum, din görevlisinin ilgi alanının genişliği yanında, onun görevinin ne kadar güç olduğunu da göstermektedir.
Din görevlisi-cemaat ilişkisinin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için tarafların birbirlerine karşı görev ve sorumluluklarını dengeli bir biçimde yerine getirmeleri gerekir. Bu ilişkinin taraflarından “cemaat”in bir bütün halinde geliştirilebilmesi, netice itibariyle din görevlisinin çalışma ve gayretlerine bağlı olduğu için biz burada bilhassa din görevlisinin görev ve sorumluluklarına daha fazla vurgu yapmak istiyoruz.
IV. Din Görevlisinin Görev ve Sorumlulukları
Din görevlisi-cemaat ilişkisinin sağlıklı bir biçimde yürütülebilmesi için din görevlisinin birtakım özel nitelik ve yeteneklere, bilgi ve becerilere sahip olması gerekir. Şunu unutmayalım ki, hiçbir kurum veya eğitim sistemi, kendisini işletecek personelin nitelikleri üzerinde hizmet veremez veya hizmet üretemez. Bu itibarla nitelikli ve seviyeli bir din eğitim ve hizmeti, ancak nitelikli ve seviyeli din görevlileri tarafından verilebilir. Bugün, “Klişeleşmiş fikirlerden kurtulmanın psiko-sosyolojik şartları; kalıplaşmış fikirlerin baskısından bizi kurtarmaya muvaffak olacak vasıtalardan biri, hakikî manada gerçek din adamlarıdır. Bunlar dini, hurafelerden temizlemeyi başaracak bir formasyon alırsa, çevrelerine en büyük rehberliği yapmaya muvaffak olabilirler.” (Halis Ayhan, Eğitime Giriş ve İslâmiyetin Eğitime Getirdiği Değerler, Damla Yayınevi, İstanbul 1982, s. 59)
Bu büyük sorumlulukları üstlenen din görevlilerinde bulunması gereken niteliklerin başında derin alan bilgisi ve pedagojik formasyon, genel kültür, sosyal olgunluğa ve adanmış bir kişiliğe sahip olmak gelmektedir.
1. Alan Bilgisi ve Pedagojik Formasyon
Yaygın din eğitim ve öğretimi veren din görevlilerinin öncelikle derin ve geniş bir alan bilgisine sahip olması gerekir. Bu bilgilerin başında doğru ve güzel Kur’an-ı Kerim okuma becerisi, yeterli seviyede temel ilmihal (inanç, amel, ahlâk) bilgileri; hutbe, vaaz veya konferanslarında kullanmak zorunda kalacağı Arapça dinî ibareleri doğru bir şekilde okuyup anlayacak kadar Arapça dil bilgisi, yeterli seviyede dinî hitabet ve meslekî uygulama becerisi, bağlı olduğu kurumla ilgili kanun, yönetmelik, tüzük ve uygulamalara ilişkin genelgeler hakkında hukuk bilgisi gelmektedir.
Din görevlileri bu temel bilgilerini sürekli olarak artırmaya, geliştirmeye ve güncelleştirmeye çalışmalı ve zamanın gerisinde kalmamalıdırlar. Bu bilgileri artırma ve canlı tutmanın en etkili yollarından biri, onları cemaat ile veya başka arkadaşlarıyla paylaşmaktan geçer. Ayrıca, din görevlisi sahip olduğu alan bilgilerini cemaatiyle nasıl paylaşabileceğine dair birtakım yöntem ve metot arayışına girmeli ve bulduğu bu metotları kendi şartlarına adapte edebilmelidir.
Görev mahalli olan camide, kürsüde, kursta veya derste mutlaka zamanında bulunması gereken din görevlisi, kendisinden dini öğrenmeye ve ibadetlerini birlikte ifa etmeye gelen insanların istek ve problemleriyle ilgilenmeli, onların her birine anlayış ve kavrayış seviyelerine göre davranmalı, onlarla konuşurken kendi mizaç ve zaaflarını kontrol altında tutmalı, sabırlı, olgun ve mütevazı bir kişilik sergilemeli, onları baştan savıcı tavırlardan kaçınmalı; onlarla saygısız, kaba, hiciv ve istihza içeren bir tarzda konuşmamalıdır. Nitekim bu konularda Kur’an-ı Kerim bize Hz. Peygamber’in örnek şahsiyetini hatırlatarak şöyle demiştir:
“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış.” (Al-i İmrân, 159)
“Ey inananlar! And olsun ki, içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, inananlara şefkatli ve merhametli bir peygamber gelmiştir.” (Tevbe, 128)
Din görevlisi, cemaatle ilişkilerinde şahsî meselelerinden bahsetmemeli, onlarla aşırı bir biçimde senli benli olmamalı ve araya belirli bir mesafe koymalı, cemaatine mensup kişilerin geçmişteki hatalı hal ve davranışlarını araştırmamalı, ayıp veya kusurlarını yüzlerine vurmamalı ve onları toplum karşısında mahcup duruma düşürmemelidir. Gerektiği hallerde cemaatini veya kişileri değil, bizzat doğru olmayan hal ve davranışları eleştirmeli; insanları tenkit veya tehdit edici, kişiler arası kıskançlık veya aleyhte kıyaslamalar doğurucu konuşmalar yapmamalı, müjdeleyici ve uyarıcı olmalıdır.
Şu ayet-i kerimeler bize bu ilkeleri ilham etmektedir:
“Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, bilgisizlere aldırış etme.” (Arâf, 199)
“Sizden iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve fenalıktan meneden bir cemaat olsun. İşte başarıya erişenler yalnız onlardır.” (Âl-i İmrân, 104)
Din görevlisi din eğitim ve öğretiminde korku yerine sevgi ve hikmeti esas almalı; sözlerinde, davranışlarında, giyim ve kuşamında her türlü aşırılıktan kaçınmalıdır.
Din görevlisi çocuk ve gençlerle özel olarak ilgilenmelidir. Onların dinî tecrübelerinde ve ibadetleri sevmelerinde din görevlilerinin büyük etkisi bulunmaktadır. Cami avlusunda veya içerisinde oturan, oynayan, konuşan çocuklara karşı sevgi, merhamet ve sempati ile yaklaşmalı, bu konuda gerektiği hallerde cemaatini de uyarmalı ve eğitmelidir. Bir gün huzurunda konuşurken titreyen bir adama karşı Hz. Peygamber Efendimiz; “Rahat ol! Ben kral değilim. Ben sadece kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.” (İbn Mâce, “Et’ime”, 30) diyerek tevazuun ve merhametin en büyük bir örneğini göstermiştir.
Yaptığı işi isteyerek ve severek yapmayan bir kişinin söz konusu işte başarılı olması beklenemez. Din görevlisi de yaptığı görevi isteyerek ve severek yapmalı ve her din görevlisinin, insanlara ve gelecek nesillere iftiharla anlatabileceği bir başarı öyküsü bulunmalıdır.
2. Genel Kültür
Din görevlisinin hizmetlerinde başarılı olabilmesi için sadece alan bilgisi de yetmeyebilir. Onun hem bir eğitimci hem de medenî bir insan olarak, başta genel eğitim ve öğretim metotları, psikoloji, pedagoji, tıp, ticaret ve güzel sanatlar olmak üzere hayat münasebetleriyle ilgili dinî, sosyal, kültürel ve bilimsel her konuda az veya çok birtakım bilgilere sahip olması gerekir. Bu çerçevede, hem kendi sağlığı hem de cemaatine sağlık bilinci aşılayabilmesi için sağlık ve spor konularında duyarlı, çevre bilincini yerleştirebilmek için de tabiat ve kültür varlıkları hakkında ilgili ve bilgili olmalıdır.
Ayrıca, din görevlisi dünyadaki gelişmelerden haberdar olabilmek ve cemaatinden geride kalmamak için en az bir doğu ve bir de batı dilini bilmeli; bilgisayar, faks, uydu… gibi modern iletişim ve haberleşme araçlarını kullanabilmelidir. Bütün bu bilgiler, dinin sosyal, ekonomik, sağlık, hukuk ve kültürel hayatla ilgili mesaj ve perspektiflerinin topluma anlatılması ve aktarılması sırasında din görevlisine yardımcı olacaktır. Din görevlisi bu kaynaklardan elde edeceği bilgiler ile kendi alan bilgilerini barışık bir bütüne ulaştırabilmek için de zihinsel birtakım süreçlerden geçmelidir. Din görevlisinin temel vazifesi insanları dinen ve ahlâken yetiştirmek ve geliştirmektir; kendisini yetiştirmeyen ve geliştirmeyen kimselerden ise başkalarını yetiştirmesi ve geliştirmesi beklenemez.
3. Adanmış Bir Kişiliğe Sahip Olmak
Din görevlisinin, ifa ettiği tebliğ ve irşad görevini yaparken, sahip olduğu derin alan bilgisi ve genel kültür de her zaman yeterli olmayabilir. Bunlar yanında onun engin bir sevgi ve hoşgörü kaynağı olan geniş bir gönle, her türlü zorluk ve güçlüklerle mücadele edebilecek sağlam bir iradeye ve kendisini insanlığın hizmetine hasredecek bir sosyal olgunluk ve adanmış bir kişiliğe de sahip olması gerekir. Çünkü etkili bir tebliğ ve irşad vazifesi, sıradan ve statik bir iş değildir. Bir kimse bütün samimiyeti ile inanmadıkça ve bizzat bir davranış haline getirmedikçe, herhangi bir dinî konuyu başarılı ve inandırıcı bir şekilde başkalarına anlatamaz. Birtakım sıradan hareket ve eylemlerimizi yücelten, âdet ve alışkanlıklarımız ile ibadetlerimiz arasını ayıran en önemli faktör, insanların niyet ve inançlarıdır.
Sosyal olgunluğa ve adanmış bir kişiliğe sahip olan din görevlisi, cemaati ile ilişkisi sırasında, yararsız söz ve davranışlarda bulunmayacak, insanlar arası fikir ve düşünce ayrılıklarını derinleştirmeyecek, dürüst, çalışkan, içi ve dışı temiz, kendine güvenen, samimi, ileri görüşlü, nazik, kolaylaştırıcı, pozitif enerji ve sevgi dolu bir güzel arkadaş ve dost olacaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Allah sizin için kolaylık diliyor, zorluk istemiyor.” (Bakara, 185) denmiş, Hz. Peygamber Efendimiz de; “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” buyurmuştur. (Buhârî, “İlim”, 11; “Edeb”, 80; “Cihad”, 164; Müslim, “Cihad”, 5; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 17)
Buraya kadar vurguladığımız tavsiye ve değerlerden, din görevlisinde bulunmaması gereken bazı özellikler de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bunlar genel olarak; cehalet, alanında yetersizlik, görevini ciddiye almamak, insanları sürekli olarak azapla veya cehennemle tehdit etmek, hoşgörüsüzlük, anlayışsızlık, kabalık, kötümserlik, ön yargılı olmak, güven telkin edememek, insanlar arası ayrım yapmak, herhangi bir siyasî veya ideolojik görüş ya da gruba aşırı bağlılık ve yalancılık gibi hallerdir.