Yüce Allah, varlıkların en üstünü ve yeryüzünün halifesi olarak yarattığı insana akıl, irade, düşünme, anlama, yazma, konuşma ve benzeri yetenekler vermiş, yeryüzünde ve göklerde bulunan bütün varlıkları hizmetine sunmuş, onu “ibadet” ile de sorumlu tutmuştur. Bu sorumluluğunu yerine getirebilmesi için ona kitap ve peygamberler ile rehberlik etmiştir. İnsanın dünya ve ahiret mutluluğunu elde edebilmesi için kitap ve peygamberin rehberliğinden yararlanması, Allah için çalışması, ilahî buyruk ve yasaklara uyması, örnek bir insan olması gerekir. Bu görevi yerine getirmek insanın gücü dâhilindedir. Çünkü din insanlara zorluk için gönderilmemiştir. Bu hususu ifade eden ayetlerden birisi de şudur:
“(Ey Müminler!) Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O sizi seçti ve dinde üzerinize hiç bir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah sizi hem daha önce hem de bu Kur'an’da Müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit olsun, siz de insanlara şahit olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!” (Hac, 78)
Ayet on hüküm içermektedir:
1. Allah Yolunda Cihad Edin
Sözlükte gayret etmek, bir işi yapabilmek için bütün imkânları kullanmak (Ankebut, 8; Lokman, 15) anlamına gelen “cihad” kelimesi; Kur'an ve hadislerde; saldırı olduğunda Allah yolunda düşmanlarla savaşmak anlamını ifade ettiği gibi, dini öğrenmeyi, dinin emir ve yasaklarına uymayı, haram ve günahlardan sakınmayı, nefsin kötü arzularına ve Şeytanın vesveselerine karşı mücadele etmeyi, İslam’ın bilinmesi, tanınması, yaşanması ve yücelmesi için çalışmayı da ifade eder. Mekke'de ve henüz fiili savaşa izin verilmeyen bir dönemde inen, “Öyle ise kâfirlere itaat etme, onlara karşı bu Kur'an ile büyük bir cihatta bulun.” (Furkan, 52); “Bizim uğrumuzda cihat edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz.” (Ankebut, 69) anlamındaki ayetler ile kâfir ve münafıklar hakkında inen, “Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihat et ve onlara karşı çetin ol.” (Tevbe, 73; Tahrîm, 9) anlamındaki ayette geçen "cihad", fiilen savaşmayı değil, gayrimüslimlere karşı Kur'anî delillerle mücadele etmeyi (Beydavî, IV, 450), Allah'ın dinine yardım etmeyi, İslam'a cephe alanlara karşı koymayı, zulmü önlemeyi, emr-i bi’l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker görevini yapmayı ve Allah'a itaat edebilmek için nefisle mücadele etmeyi ifade eder. (Kurtubî, XIII, 365) Bununla birlikte "cihad" kelimesi Kur'an'da "savaş" anlamında da kullanılmıştır. (bk. Bakara, 218; Âl-i İmran, 142; Nisa, 95; Enfal, 72, 74, 75; Tevbe, 16, 19, 20, 24, 41, 44, 81, 86; Muhammed, 31; Mümtehine, 1) Ancak savaş anlamındaki cihadın uygulamaya konulabilmesi için düşman tarafından fiili bir saldırının yapılmış olması gerekir. (bk. Bakara, 190)
Cihad kavramını en geniş anlamıyla şöyle tanımlayabiliriz: İman edip salih ameller işlemek, hak dinde sebat etmek, nefsi kötülüklerden ve haramlardan alıkoymak, İslam’ı öğrenmek ve öğretmek, İslam'ın bilinmesi, tanınması, yücelmesi ve hükümlerine uyulması için çalışmak, Müslümanları her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunmak, fitne ve fesadı önlemek, yeryüzünde güven ve huzuru sağlamak ve benzeri gerek İslam toplumunun gerekse tüm insanlığın yararına olan kişisel ve kurumsal bağlamda sözlü, yazılı, görsel, bilimsel ve ekonomik olarak yapılan her türlü çabayı göstermek; adaleti sağlamak, insan haklarını güvence altına almak ve barışı sağlamak için savaş araç gereci hazırlamak ve hazırlanmasına katkı sağlamaktır. Buna göre cihadı, üç kısma ayırmak mümkündür: (a) İslam'ı anlatarak tebliğ etmek (Ahmed, III, 456), Müslümanlara saldırı ve savaş açıldığında mal ve canla fiilen savaşmak (Buhârî, Cihad, 2, III, 201); (b) Nefisle mücadele etmek; (c) Şeytanın hile ve tuzaklarına karşı koymak. (Âl-i İmran, 173)
2. Müslüman Seçkin İnsandır
“O Allah sizi seçti” cümlesi hem Allah’ın Müslümanlara verdiği değeri hem de Müslüman’ın sıradan bir insan değil dinin anlatılması, nesillere aktarılması, yaşatılması ve savunulması için seçilen bir insan olduğunu ifade eder. “Seçkin insan” olmayı hak edebilmek için şartlarına uygun iman etmek, imanın gereği salih amelleri işlemek, haramlardan sakınmak, Kur'an ahlakına sahip olmak, İslam'ın tek hak din, Hz. Muhammed'in son peygamber, Kur'an'ın son hak kitap olduğunu kabul etmek, inanmak gerekir.
3. Dinde Güçlük Yoktur
Hak dinin amacı; insanların iman, ibadet, ahlak ve sosyal ilişkilerinde; kişinin Allah’a, kendisine, hemcinslerine ve diğer varlıklara karşı görevlerinde rehberlik etmek ve böylece onların dünya ve ahiret mutluluklarını sağlamaktır. (bk. Bakara, 185; İsra, 9) Bu amaçla hak din; insanlar için gerekli kuralları, emir ve yasakları getirmiştir. Ancak hak din; bu kurallar, emir ve yasaklar ile insanları sıkıntıya ve zorluğa sokmak istemez. İslam zorluk ve sıkıntı değil, kolaylık ve ruhsatları esas alan bir dindir. “Dinde üzerinize hiç bir güçlük yüklemedi” cümlesi, bu gerçeği ifade etmektedir.
Kâinattaki her şey insan için yaratıldığı ve onun hizmetine sunulduğu (bk. Lokman, 20) gibi, peygamberler ve kutsal kitaplar da insanlar için gönderilmiştir. Dolayısıyla dinin temelinde meşakkat ve zorluk değil, rahmet ve kolaylık vardır. İnsanların güven, huzur ve mutluluğunu amaçlayan bir din; emir ve yasaklarında, hüküm ve ilkelerinde insana sıkıntı vermeyi istemez. Onun için dinimiz İslam, kolaylık dinidir. Kur'an ve Sünnet'te bunun birçok delili vardır. Şu ayetler açık seçik İslam’ın kolaylık dini olduğunu ifade eder: “Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez.” (Bakara, 185) “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar.” (Bakara, 286)
Peygamberimiz (s.a.s.), dinimizin kolaylık dini olduğunu şu sözleriyle dile getirmiştir: “Allah’a en sevimli olan din, hoşgörü ve kolaylık dini olan İslam dinidir.” (Buhârî, İman, 29, No: 39) “Şüphesiz Allah bazı görevleri farz kıldı, sünnetler koydu, sınırlar belirledi, bazı şeyleri helal, bazı şeyleri de haram kıldı ve dini teşri etti. Dini kolay, hoşgörülü ve geniş kıldı, asla daraltmadı.” (Taberanî, Mu’cemü’l-Kebir, 11/213) “Gerçekten bu din kolaydır. Herhangi bir kimse din konusunda aşırı giderse mutlaka din ona galip gelir. Onun için aşırı gitmeden doğru ve en iyi olanı yapın, en iyi olanı yapamazsan buna yakın olanı yapın, müjdeleyin, kolaylaştırın, sabah, öğle ve gece vaktinde gücünüzün yeteceği ibadetleri yapma konusunda Allah’tan yardım isteyin.” (Nesaî, İman, 28)
Hz. Âişe validemiz, Peygamber Efendimizin, ümmetinin yükünü hafifleten şeyleri sevdiğini bildirmiş (Buhârî, Mevakîtü’s-Salât, 32), bir defasında da şöyle demiştir: “Rasulüllah (s.a.s) iki durumdan birini tercih etmekle karşı karşıya kaldığında, günah olmadığı sürece mutlaka kolay olanı tercih ederdi.” (Buhârî, Menakıb, 20; Ebu Dâvûd, 5, No: 4785)
Ayet ve hadisler, dinin hüküm ve ilkelerinin, emir ve yasaklarının insana zorluk için konulmadığını açıkça ifade etmektedir. “Andolsun biz, Kur'an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık.” (Kamer, 17) “Onu (Kur'an’ı) senin dilin ile (indirip) kolaylaştırdık.” (Meryem, 97) Bu kolaylık, hem Kur'an’ın anlaşılması hem de hükümlerinin uygulanması için söz konusudur.
Kur'an hem anlama ve anlatma, hem hükümlerini uygulama konusunda zorluk ve meşakkat için indirilmemiştir: “(Ey Peygamberim!) Biz Kur'an’ı sana sıkıntı çekesin diye değil, ancak (Allah’ın azabından) korkacaklara bir öğüt (uyarı) olsun diye indirdik.” (Taha, 1-3)
Peygamberimiz, insanlara zorluk vermek ve zorlayıcı olmak için değil, âlemlere rahmet olmak için gönderilmiştir. (Enbiya, 107) Peygamberimiz de bunu söz, uygulama ve davranışlarıyla ortaya koymuştur: “Allah beni sıkıntı ve zahmet veren ve bunu arzu eden biri olarak göndermedi, fakat beni dini öğreten ve kolaylaştıran olarak gönderdi.” (Müslim, Talak, 29) “Kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin nefret ettirmeyin” (Buhârî, İlim, 11, No: 69) anlamındaki sözleri bunun delilidir.
Yüce Allah, hiçbir dinî hükmü insana sıkıntı vermek için koymadığı gibi, onu gücünün üstünde bir görevle de sorumlu tutmamıştır. Namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetler, insanın gücünün yetip yapabileceği görevlerdir. Namazın günde beş vakit farz olmasına karşılık, oruç yılda bir ay, hac ise ömürde bir defa farz kılınmıştır. (Müslim, Hac, 412) Hac her yıl farz kılınsaydı insan için zor ve sıkıntılı olurdu. Kur'an’da da haccın ancak gücü yetenlere farz kılındığı bildirilmiştir. (Âl-i İmran, 97) Zekât ibadeti de her mükellefe değil, varlıklı olanlara farz kılınmıştır. Peygamberimiz ibadetler konusunda insanların kendilerine sıkıntı verecek bir yola girmelerine izin vermemiştir. Sahabeden Enes bin Malik anlatıyor. Üç Müslüman Hz. Peygamber'in evine gelip onun ibadetini sorarlar. Hz. Peygamber'in ibadeti kendilerine haber verilince kendi ibadetlerini azımsarlar ve şöyle derler: ‘Biz kim, Peygamber kim! Onun gelmiş geçmiş bütün günahları bağışlanmıştır.’ Sonra onlardan biri, ‘Ben bütün geceleri ibadetle geçireceğim’ dedi. İkincisi, ‘Ben hep oruç tutacağım, oruçsuz hiçbir gün geçirmeyeceğim’ dedi. Üçüncüsü ise, ‘Ben de kadınlardan uzak duracağım, hiç evlenmeyeceğim’ dedi. Allah Rasulü geldi ve onlara, ‘Siz şöyle diyen kimselersiniz (öyle mi diye tepki gösterdi ve şöyle dedi:) ‘Bilin ki ben en çok Allah’tan korkanınız ve en çok takva sahibi olanınızım. Buna rağmen ben oruç tutarım, oruç tutmadığım günler de olur. Namaz kılarım, uyurum da. Evlenirim de. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.” (Buhârî, Nikâh, 1, No: 4776)
Peygamberimizin eşi Hz. Âişe validemiz anlatıyor: Yanımda bir kadın vardı. Hz. Peygamber (s.a.s.) eve geldi ve ‘Bu kadın kim?’ diye sordu. Ben de, onu ‘Bu filan kadındır, geceleri uyumaz ve hep namaz kılar” diye tanıttım. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.), ‘Böyle yapmayı bırakın, gücünüz yettiği kadar ibadet edin. Allah’a yemin ederim ki, siz usanmadıkça Allah usanmaz’ buyurdu.” (İbn Mâce, Zühd, 28, No: 4238)
Peygamberlerin tebliğ ettiği hak dinin temel ilkelerinde bir değişme olmasa da; bazı ibadet, haram ve dinî görevlerde değişme olmuş, özellikle zor, meşakkatli ve ağır hükümler Kur'an’ın inmesiyle kaldırılmıştır. Şu ayetler bu hususa işaret etmektedir: “O (Peygamber), onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helal, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yüklerini ve zincirlerini atar.” (A’râf, 157) “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme!” (Bakara, 286)
Hak dinin ilkelerinde her insanın sıkıntısına, ihtiyacına ve mazeretine göre ruhsat ve kolaylıklar vardır. Mesela ayakta namaz kılamayan oturarak, oturarak kılamayan îmâ ile namazını kılabilir. Cihad ile sorumluluk kişinin gücü ile sınırlıdır. (Feth, 17) Günah işleyen için tevbe kapısı daima açıktır. (Zümer, 53) Müslüman yolcu iken oruç tutmayabilir, hasta iken orucunu erteleyebilir (Bakara, 186), dört rekâtlı farz namazları iki rekât kılar. Zaruret ve ihtiyaç hâlinde namazları birleştirerek kılabilir. Sahabeden Abdullah ibn Abbas, “Rasulüllah (s.a.s.), Medine’de korku ve yağmur olmaksızın öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarını birleştirerek kıldı” demiştir. Ravî Vekî’ b. Cerrah, (ö.197/812) İbn Abbas’a, “bunu niçin yaptı?” diye sormuş, o da, “Ümmetine zorluk çıkarmamak için yaptı” cevabını vermiştir. (Müslim, Salatü’l-Müsâfirîn, 54)
4. Hak Dine Uyun
“Babanız İbrahim’in dini” ile maksat, vahye dayalı tevhit dini İslam’dır. Peygamberimizin atalarından olan İbrahim Peygamber, Yahudi ve Hıristiyan değil; tevhit inancına sahip örnek bir Müslüman idi. (Âl-i İmran, 67; Mümtehine, 4) Dolayısıyla İbrahim’in dinine uyun demek, İslam’a uyun demektir.
5. Hak Dini Kabul Edenlerin Adı Müslüman’dır
Allah katında tek hak din vardır, o da İslam’dır. (Âl-i İmran, 19) Dolayısıyla bütün peygamberler hak din İslam’ı tebliğ etmişlerdir. Bu sebeple peygamberlere iman edenlere Müslüman adı verilmiştir. Bu ismi veren de bizzat Allah’tır. “Allah sizi hem daha önce hem de bu Kur'an’da Müslüman diye isimlendirdi” cümlesi, bu hususu ifade etmektedir. (Bkz. Bakara, 128, 132, 133, 136; Âl-i İmran, 52, 64, 80, 84; Maide, 111; En’âm, 163)
6. Müslüman Örnek İnsandır
“Peygamber size şahit olsun, siz de insanlara şahit olasınız” cümlesi, müminin örneklik görevini ifade eder. Ayette geçen “şahit” kelimesi “örnek” ve “delil” anlamlarına gelir. Dünyada Peygamberimiz (s.a.s.) biz Müslümanlara modeldir. Müslümanlar da inancı, ahlakı, dürüstlüğü, temizliği, kamu ve insan haklarına saygısı ile diğer insanlara model olması gerekir. Bu niteliklere sahip Müslümanlardan oluşan toplumun, her türlü aşırılıklardan uzak, akıllı, itidalli, adaletli ve dengeli bir toplum olması gerekir. (bk. Bakara, 143) “Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların güvende olduğu kimsedir.” (Buhârî, İman, 4, No: 11) “Mümin, insanların, mallarına ve canlarına karşı emin olduğu kimsedir.” (Tirmizî, İman, 12, No: 2762) “Mümin başkalarıyla hoş geçinir ve kendisiyle hoş geçinilir. Başkalarıyla hoş geçinmeyen ve kendisiyle hoş geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.” (Ahmed, II, 400; V, 225)
7. Namazı Dosdoğru Kılın
Namaz, imanın beş temel esasından biridir (Buhârî, İman, 1, No:8), imanın alameti ve dinin direğidir. (Aclûnî, II, 40) Namaz bütün peygamberlerin tebliğinde var olan bir ibadettir. (bk. Lokman, 17; Meryem, 31, 55) Akıllı ve ergenlik çağına gelen kadın ve erkek her Müslüman’ın günde beş vakit namazını kılması gerekir. Peygamberimiz, “Namazı kasten terk etmeyin. Kim namazı kasten terk ederse, Allah’ın ve Rasulü’nün himayesinden uzak olur.” (Ahmed b. Hanbel, VI, 421) “İman ile küfür arasındaki fark, namazı terk etmektir.” (Tirmizî, İman, 9, No: 2620) buyurarak namazın önemini dile getirmiştir. Namazını terk eden kimse imanını tehlikeye atmış, Allah’a isyan etmiş, büyük günah işlemiş ve nefsine zulmetmiş olur. (bk. Meryem, 59) Bir Müslüman beş vakit namazını asla terk edemez. Hiçbir şey namazı terk etmeye gerekçe yapılamaz.
8. Zekâtı Verin
İslam’ın beş temel esasından biri de zekâttır. Zekât, ayet ve hadislerde hep namazla birlikte zikredilir. Bu, zekâtın dinimizdeki yerini ve namaz ile zekât arasındaki kuvvetli bağı ifade eder. Zekât vermek, namaz ile birlikte kendilerine cennet vaat edilen muttaki ve muhsin müminlerin en önde gelen niteliğidir. (Mâide, 55; Müminun, 1-8) Zekât, fakir ile zengin arasında bir köprüdür, sosyal yardımlaşma ve dayanışmadır, malı mal ile temizlemektir.
9. Allah’a Sarılın
Allah’a sarılmaktan maksat, O’nun varlığına ve birliğine, Peygamberine ve kitabına iman etmek, Peygamberine uymak ve kitabına sarılmaktır. Bu husus, “Hep birlikte Allah'ın ipine (yani Kur'an'a) sımsıkı sarılın.” (Âl-i İmran, 103) ayeti ile dile getirilmiştir. Allah’a sarılan doğru yola iletilmiş olur. (Âl-i İmran, 101) Müslüman bu emir gereği, nefsinin kötü arzularına, Şeytan’ın vesveselerine ve kötü insanların telkinlerine uymaz, Kur'an ve Sünnet'te yer alan hükümleri hayatına rehber yapar.
10. Allah Müslümanların Mevlasıdır
Ayetin son cümlesinde yüce Allah’ın iki güzel ismi zikredilmiştir. “Mevlâ” ve “Nasîr.” Allah Müslümanların dostu, koruyup kollayıcısı ve yardımcısıdır. “O ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır.” “Elbette biz elçilerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitliğe) duracakları (kıyamet) gününde yardım ederiz.” (Mümin, 51; bk. Âl-i İmran, 123; Tevbe, 25, 40) Allah’ın müminlere yardımı, Müslümanların Allah’ın dinine yardım şartına bağlıdır: “Ey iman edenler! Eğer Allah’a (dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” (Muhammed, 7) “Allah kendine yardım edene elbette yardım edecektir. Şüphesiz Allah güçlüdür, azizdir.” (Hac, 40)
Sonuç olarak yüce Allah Hac suresinin 78. ayetinde Müslümanlara beş görev yüklemiş, bu görevleri yapanların mevlası ve yardımcısı olduğunu bildirmiştir. Bu görevler; Allah uğrunda cihad, hak dinin ilkelerine uymak, beş vakit namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek ve Allah’a sarılmaktır. Bu emirler bağlayıcıdır yani her Müslüman’ın bu emirleri yerine getirmesi gerekir, bu görevleri yapanlar ibadet etmiş, sevap kazanmış, terk edenler ise isyan etmiş ve günaha girmiş olurlar.
Peygamberlerin tebliğ ettiği hak din ancak İslam’dır. İslam’ı din olarak kabul edenlerin adı da Müslüman’dır. İslam, insanın dünya ve ahiret mutluluğunu hedefleyen ilkeler getirmiştir. Bu ilkelerin amacı, insanı sıkıntıya sokmak değil; onun güven ve huzurunu sağlamaktır. Bu itibarla İslam dini kolaylık üzerine bina edilmiştir.
Dinin her emir ve yasağında kolaylık ve ruhsatlar vardır. Bütün emir ve yasaklar, hüküm ve ilkeler uygulanabilecek nitelikte ve insanın gücü yetebilecek özelliktedir.
Hayatın her alanında özellikle zaruret, sıkıntı, zorluk, yolculuk, hastalık, unutkanlık ve temel ihtiyaçların karşılanması gibi pek çok konuda kolaylık ve ruhsatlar vardır. Müslüman din konusunda kendisini sıkıntıya sokmaz, bununla birlikte dinî görevler konusunda lâkayt ve ihmalkâr da davranmaz, ibadetler dahil her görevini en iyi ve en güzel bir şekilde yapar.