İnsanoğlunda bilincin, ana karnında oluştuğunu söyleyenler var. Fakat ana karnındayken yavrunun hemen her çeşit sıkıntıdan uzak olduğu ve kendisinden büyümesi dışında hiçbir şey beklenmediği bilinir. Onun ağlayarak gelişiyle başlayan ve sonsuza taşıyacağı malzemelerini topladığı bu gezegendeki hayatı ise çok şey bekler ondan. İnsan, dünyaya attığı o mübarek ilk adımıyla tarihe geçmiş Hz. Âdem babamız kadar kutlu bir şansa sahip değil. Kendini tanıması, Rabbine verdiği sözü hatırlaması gerekiyor. Şeytana karşı vereceği mücadelede güçlü bir donanıma sahip olması gerekiyor. Bütün bu gereklilikleri belki de ana karnındayken başlatılması gerekiyor. Maya süte, nasıl süt soğuduktan sonra çalınamazsa, insana da maya ancak çocukluk çağında katılabilir. Bir maya ancak bir çocukta en iyi şekilde tutar. Kıvamında bir ruh, çocuklukta oluşmaya başlar ancak. Kök, sadece en başta salınır toprağa; sonradan talihsizce büyümüş bir ağaç için daha derine kök salıp daha başka, daha hür, daha gümrah bir ağaç olmak mümkün değildir ne yazık ki... Çocuk deyip geçmemeli, onlarda kurtuluş gizli... Var oluşundan mutluluk duyabilen, karıncayı küçümsemeyen, ağaçlarla selamlaştığı için onun dallarını incitmeden meyvesini toplayabilen ve büyüklerini sorularıyla yola getirebilen bir çocuk hayal etmek çok zor değil. Bunlar aramızda yaşayan çocuklar. İşimiz için koştururken yanından aceleyle geçtiğimiz ve belki çarptığımız o çocuk. Siz caddeden arabayla geçerken kaldırımda oturup size bakan o çocuk. Okul dağılırken kalabalığın arasında gördüğünüz kırmızı bereli o çocuk. Hatta evinizde, küçük oyuncaklarını gizli bir köşede fısıltıyla konuşturan o çocuk. Gözlerini iri iri açıp öğrenmeyi aç bir yavru kuş bakışıyla isteyen herhangi bir çocuk. Kendi etrafında kendince dönüp, kendini iyice büyüyene kadar ele vermeyen, keşfedilemeyen bir gezegen gibi çocuk... Gün geçtikçe tükenen tek sermayemiz “zaman”a en zengin biçimde sahip olan çocuklar, yoksul kelimelerle dolaşıyor etrafımızda. Sahip oldukları temiz güç, her geçen gün durgun bir suyun kirlenmesi gibi kirleniyor. Bu suyu, hafifçe dalgalandırıp kıyılarını titreten halkalar yayması için ona küçük bir taş atmak gerek. Onun zamanla, kendi kıyısından, kendiliğinden bulduğu bir yoldan küçük bir çağlayan gibi akıp coşmasını izlemek gerek. Onun bakışıyla bakmak gerek dünyaya. Çocuklarda kendini dille dışarı vuramayan; fakat çok kuvvetli ve çok saf olan o iç bakış, her şeyi gözden geçirmemizi sağlar. Hayret ederiz onların bakışıyla. Soramadığımız soruları sorarız hayata. Onları; dalıp gittikleri boş arsanın içinden, iki yanı arabalarla dolu, dar sokak içlerinde top oynamaktan bazen çekip çıkarmalı. Başını kaldırıp göğe bakmasını istemeli ondan, sık sık göğü görmesini istemeli. Göğü hep fark etmeli çocuk. Çocuk, rüzgârı eksik olmayan çölde oradan oraya savrulan sıradan bir kum tanesinin bütün çölü haber vermesi gibi anlaşıldıkça insanı anlatan gizli bir hazinedir. Çocuk, sıkılan ruhumuzun henüz yorulmamış masum tanığı, kederimizi yüzümüzden sıyırmak zorunda bırakan soru işareti gibidir hayatımızda. Görülmeyenden, kendi baktığı yerin doldurulamaz bakış açısıyla görülen bir şey çıkaran dikkat... Boyanmayı bekleyen parlak bir tuval, yerli yerine hemen konulması gereken değerli bir emanet... Çocuklar farkına iyice varamadığımız ve yerine asla iyi konamayan bir emanet... Çok sözle daha güzelinin yazılabileceği sayfalarını kirlettiğimiz bir defter gibi bozup, karmaşıklaştırdığımız şey, çocuk. Önce onlara verilir su, önce onlara sağlık, önce onlara emek... Her şey önce onlar için... Onlar küçük avuçlarını açıp dua etsinler diye. Onlar küçük kovalarıyla büyük yangınları söndürebilirler diye. Bu büyük orkestranın içinde kendi kavallarının yalın sesini yükseltsinler ve çarpık nağmeleri değiştirsinler diye. Çıkıp da her şeyi bildiğini sanan kralın çıplak olduğunu korkmadan söyleyebilsinler diye. Su kuyusuna, taş avlusuna, ağaç sevgili tepesine dönsün, kaybolanlar yitik kutusundan çıksın diye. Ateşi odunuyla buluşturmak, kirlenmiş altını tavasında eritmek için. Biz çocuğu, çocuk bizi, gerçekle karşılaştırıyor; hayatın serüveni yenerek ve yenilerek sürüyor. Umut hiç tükenmiyor, içimizde bir şarkı sussa diğeri başlıyor, suyu hiç kaybetmiyoruz. Sudan ve gökyüzünden uzaklaşmadan, acı çekmekten korkmadan ve acıya alışarak büyüyoruz çocuklarla...
|