Huzurun Anahtarı Ahlaktır.
Peygamber Efendimiz ashabına bazen önemli bir meseleyi anlatmak istediği, yeni bir mesaj vermek arzu ettiği zaman aktif eğitim metodunu kullanarak konu ile ilgili bazı sorular tevcih eder, böylece konu üzerine onların dikkatini çeker, verdikleri cevapları dinler, sonra da kendi söyleyeceklerini söyler, gereken açıklamayı yapardı. Bu, sevgili Peygamberimizin, ashabını eğitim ve irşatta takip ettiği metotlardan biri idi. Sahabeden en çok hadis rivayet etmekle meşhur olan Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre yine bir gün Peygamber Efendimiz ashabına:
“- Müflis/ iflas eden kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Onlar da:
“- Bize göre müflis hiçbir parası ve malı olmayan kimsedir” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Allah Rasulü şöyle buyurdu:
“- Benim ümmetimden müflis şu kimsedir ki, kıyamet gününde, namazını kılmış, orucunu tutmuş ve zekâtını vermiş olarak gelir, fakat şuna sövmüş, buna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş ve şunu dövmüş. Bundan dolayı onun sevabından bir kısmı şuna verilir, bir kısmı buna verilir. Eğer üzerinde olan kul hakları ödenmeden evvel sevabı tükenirse, hak sahiplerinin günahları o kimseye yükletilir; sonra kendisi cehenneme atılır.” (Müslim, Birr, 59)
Müflisin herkesçe bilinen manası; iflas etmiş, bütün varını yoğunu elinden çıkarmış, malı mülkü kalmamış, bu yüzden borcunu ödeme gücünü kaybetmiş kimse demekti. Ashap, müflisi bilinen bu manasıyla anlayarak cevap vermişler, fakat Peygamber Efendimiz “müflis” kelimesine daha başka ve daha derin bir anlam yükleyerek gerçek müflisin, ahirette iflas edecek, dünyada yapmış olduğu ibadetlerinin sevabını, işlemiş olduğu hayır ve hasenatını kaybedecek, hatta bunları kaybetmekle kalmayıp, haksızlık ettiği kimselerin günahlarını da yüklenecek kimse olduğunu belirtmişti.
Hadis-i şerifte de görüldüğü gibi yüce dinimiz İslam sadece iman ve ibadetlerden ibaret bir din değildir. Diğer bir ifade ile din sadece Allah ile kul arasında olan manevi bir bağdan ibaret değildir. Din aynı zamanda sosyal bir kurumdur. İnsan hayatının bütün safhalarını kuşatır ve insanların birbirleriyle olan münasebetlerini de düzenler. Kısaca buna dinin ahlakî yönü diyoruz. Aslında İslam dini itikadi, amelî ve ahlaki esaslardan meydana gelen bir bütündür. Kuvvetli iman, insanı ibadete, ibadet de kötülüklerden koruyup güzel ahlak sahibi olmaya sevkeder. İman ve ibadetlerimiz bizi güzel ahlaka sevketmiyorsa, olgun mümin, güzel Müslüman değiliz demektir. Onun için Peygamber Efendimiz, ahlakı en güzel olanı Müslümanların en hayırlısı olarak vasıflandırarak: “İnne hıyâraküm ehâsinüküm ahlakan: Sizin en hayırlılarınız ahlakı en güzel olanlarınızdır” (Buhârî, Edeb, 39) buyurmuştur.
Dinimize göre bir müminin kendisini yoktan var eden Yüce Allah’a karşı kulluk görevleri olduğu gibi, insanlara karşı görevleri, sorumlulukları da vardır. İyi bir mümin hem Allah’a karşı hem de insanlara karşı görevlerini en güzel şekilde yerine getiren kimsedir.
Namaz, oruç, hac gibi ibadetleri yaparak Allah’a karşı görevlerini yerine getirip de, insanlara karşı ahlaki görevlerini yerine getirmeyen, onların dertlerine deva olmaya, sıkıntılarını gidermeye çalışmayan, aksine etrafındaki insanları rahatsız eden, inciten, kalplerini kıran, onların hukukuna tecavüz eden, mallarına, ırzlarına, namuslarına göz diken, hile ve dalavere ile işini yürütmeye çalışan, sözüne güvenilmeyen, işini güzel yapmayan, komşusunu rahatsız eden... kimse iyi bir mümin değildir. Aslında o, yapmış olduğu ibadetlerin şuurunda da değildir. Çünkü gerçek manasıyla eda edilip yerine getirilen ibadetler insanları yalandan ve her türlü kötülüklerden alıkor. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de namaz hakkında şöyle buyrulur:
“Ey Rasulüm! Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz ki namaz insanı, edepsizlikten ve kötülüklerden alıkor.” (Ankebût , 45)
“Gerçekten insan hırsına düşkün ve sabrı kıt olarak yaratılmıştır/ tatminsiz bir tabiata sahiptir; başına bir kötülük geldiği zaman sızlanmaya başlar, feryat eder. Kendisine hayır dokununca/ bir iyilikle karşılaşınca da çok pinti kesilir/ onu bencilce sahiplenip başka insanlardan uzak tutar. Ancak namazlarını bilinçli olarak kılanlar hariç, onlar böyle değillerdir.” (Meâric, 19-22)
İbadetler nasıl dinimizin emri ise, güzel ahlaka sahip olmak ve insanlara karşı ahlakî görevlerimizi yerine getirmek de dinimizin emridir. Yukarıdaki ayet meallerinden anlaşılacağı üzere ibadetlerimizin bir gayesi de mümini kötülüklerden sakındırarak güzel ahlak sahibi yapmaktır.
Evet şartlarına ve âdâbına riayet edilerek huşu içerisinde kılınan namaz insanı her türlü çirkin şeylerden, hayâsızlıktan, kötülükten alıkor. Gerçek manasıyla namaz kılanlar, namazlarının şuuruna erenler, kendilerine bir şer dokunduğu; hastalık, fakirlik, sevdiklerini kaybetme gibi başlarına bir felaket geldiği zaman hemen sızlanmazlar, feryat etmezler, herşeyin Cenab-ı Hak’tan geldiğini bilirler, Hakka teslim olurlar. Bir iyilikle karşılaşınca; kendilerine servet, zenginlik, mal verilince cimri kesilmezler, bilakis bunları Allah yolunda harcarlar.
Oruç tutmamızı emreden ayette: “Ey inananlar! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı ki kötülüklerden sakınasınız/ Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız.” (Bakara, 183) buyrulur.
Zekâtla ilgili ayette, “Ey Rasulüm! Onların mallarından sadaka/ zekât al; bununla onları günahlardan temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin.” (Tevbe, 103) buyrulur.
Hacla ilgili ayet-i kerimede de şöyle buyrulur: “İnsanlar arasında haccı ilan et; gerek yaya olarak ve gerekse hızlı giden her türlü binek üzerinde dünyanın en uzak köşelerinden sana gelsinler. Gelsinler de kendilerine ait menfaatleri/bunun kendilerine sağlayacağı yararları görsünler.” (Hac, 27-28)
Haccın faydaları, sağlayacağı yararlar hem dünyevidir/ dünya ile ilgilidir, hem de uhrevidir/ ahiretle ilgilidir. Dünyevi olanı haccın insan üzerinde meydana getireceği manevi, ahlaki, rûhi tesirler ile ticari ve içtimâi faydalardır. Uhrevi olanı ise Allah’ın rızasını kazanmak, hoşnutluğuna ermek ve kalbimizi karartan günah kirlerinden arınmaktır.
Peygamber Efendimiz de hadis-i şeriflerinde: “Nice oruç tutan vardır ki, orucundan nasibi ancak açlık ve susuzluktur. Nice namaz kılan da vardır ki, namazından nasibi geceleyin kalkıp uykusuz kalmasıdır.” (İbn Mâce, Sıyam, 11) buyurmuştur. Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlaşılacağı üzere namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetlerimizin gayesi insanı kötülüklerden uzaklaştırmak, arındırmak, güzel bir Müslüman, iyi bir insan yapmaktır. Zaten güzel bir Müslüman, iyi bir insandır. İyi bir insanda bulunması gereken ne kadar güzel vasıf varsa hepsi kendisinde bulunur.
İslam’ın gayesi kâmil insan yetiştirmektir. Bu da sadece iman ve ibadetlerle olmaz, bunlarla beraber güzel ahlaka sahip olmakla olur. Onun için sevgili Peygamberimiz: “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” (Mâlik, Muvatta, Husnü’l-huluk, 8) buyurarak dinimizdeki güzel ahlakın önemini ve yerini belirtmiştir. Başka bir hadis-i şeriflerinde: “Ekmelü’l-mü’minîne îmânen ehsenühüm hulukan: Müminlerin iman bakımından en olgun olanları ahlakça en güzel olanlarıdır.” (Tirmizî, İman, 6) buyurmuştur. Bir Müslümanın değeri sadece ibadetiyle değil, bununla beraber edebi ile ahlakının güzelliği ile insani meziyet ve faziletleriyle ölçülür. Bu hususu Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle ifade etmiştir: “Sizin bana en sevimliniz ve kıyamet gününde bana en yakınınız, ahlakı en güzel olanınızdır.” (Tirmizî, Birr, 71) Peygamber Efendimize:
“- Müminlerin hangisi daha faziletlidir?” diye sorulunca:
“- Ahlakı en güzel olanlarıdır.” diye cevap vermiştir. (İbn Mâce, Zühd, 31)
Peygamber Efendimize gündüzleri hep oruç tutan, geceleri sabahlara kadar namaz kılan, ama dili ile komşularını inciten kötü huylu bir kadından bahsedilince, Efendimiz: “O kadında hayır yoktur. O kadın cehennemliktir” buyurmuştur. (Ahmed, Müsned, II, 440)
Efendimiz başka bir hadis-i şeriflerinde de: “Bir mümin güzel ahlakıyla, geceleri ibadetle geçiren, gündüzleri oruç tutan kimsenin derecesine erişir.” (Ebû Davud, Edeb, 7) buyurmuştur.
İman, insanı kötülüklerden uzaklaştırır, iyilik yapmaya sevkeder. Peygamber Efendimizin: “Yanı başında komşusu aç iken tok olarak sabahlayan gerçek mümin değildir.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, s.52, en-Nebhânî, el-Fethu’l-kebîr, II, 283), “Sizden biri kendisi için sevdiği güzel şeyleri din kardeşi için de sevmedikçe olgun mümin olamaz.” (Buhârî, İman, 7), “Müslümanların dertlerini kendisine dert edinmeyen onlardan değildir.” (en-Nebhânî, age., II, 385), “Bizi aldatan bizden değildir.” (Müslim, İman, 164) gibi hadisleri bu gerçeği ifade etmektedir.
İbadetlerimiz de öyledir; beş vakit namaz bize daima Allah’ı ve O’na karşı sorumluluklarımızı hatırlatır, kötü huy ve çirkin davranışlardan uzaklaştırır. Oruç insandaki şefkat, merhamet ve yardım duygularını geliştirir, elimizi haramdan, dilimizi yalandan, kalbimizi kötü düşüncelerden korur. Zekât insanı cimrilikten kurtarır, cömertlik, yardımlaşma ve dayanışma duygularını geliştirir.
Yüce dinimiz İslam’ın gayesi insanlara dünya ve ahirette mutlu olmanın yollarını göstermektir. Fertlerin ve toplumların dünyada mutlu, huzurlu ve esenlik içerisinde olabilmeleri için, onların adalet, doğruluk, dürüstlük, yardımlaşma, dayanışma, sevgi, saygı, şefkat ve merhamet gibi güzel ahlaki meziyetlere sahip olmaları gerekir.