Dünyadaki en büyük mezarlığın sırrı
Hiç düşündünüz mü? Osmanlılar döneminde İstanbul’da yaşayanların yüzde 80’i surların içindeki tarihi İstanbul’da yaşadığı halde, İstanbul’un en büyük mezarlığı neden suriçinde veya surlara yakın bir yerde değildi de, suyun öbür tarafında, yani İstanbul’un Anadolu yakasındaydı? (‘Eyüp mezarlığı var’ diyerek acele etmeyiniz, vaktiniz varsa yazının devamına göz atınız?) O günün şartlarında cenazeleri gemi ile karşıya geçirmenin zorluğu düşünüldüğünde, böyle bir tercihe neden gerek duyulmuş olabilir? Bu sorunun cevabı aynı zamanda, Türk insanının kutsal saydığı maddi manevi değerlere gösterdiği saygının genetik kodlarını anlamamıza da yardımcı olmaktadır.
İnsanların yaşadıkları çevrelerin hikâyelerini ve geçmişine ait tarihsel izlerini bilmeleri, oraya ilişkin aidiyet duygularının gelişmesine ve yaşadıkları mekânla daha sıcak iletişim kurmalarına katkı yapar. Bugün sizlere, konusu mezarlık olan bir örnekten yola çıkarak üzerinden, ecdadımıza ait hoş bir anekdot sunmak istiyorum.
Otobüsle İstanbul'a gelenler veya İstanbul'dan Anadolu'nun herhangi bir yerine gidenler Üsküdar'ın Harem semtini bilirler. Harem asırlar boyu İstanbul'dan gidenler için bir çıkış, gelenler için İstanbul'a ilk merhaba noktası oldu.
Osmanlılar zamanında İstanbul'dan yada Osmanlı Devleti’nin Avrupa kıtasındaki toprakları üzerinde yaşayıp da hacca gitmek isteyen kişiler, önce Üsküdar'a geçip burada toplanır, sonra toplu halde yola çıkarlardı. Haccın başlangıç yeri sayıldığı için, Osmanlılar döneminde Üsküdar Kâbe toprağı sayılırdı. Üsküdar'ın Harem semtine, bu ismin verilmesi de bundandı.
Kâbe'den Üsküdar sahiline kadar Harem-i Şerif'in karadan bir uzantısı sayıldığı için Harem-i Şerif'e atfen bu isim verildi. O zamanlar hacca gidenler, Üsküdar'a geçtikleri andan itibaren sanki Kâbe'deymiş gibi kemâl-i edeple davranmaya özen gösterirlerdi. Şimdi geldik yazının en hassas noktasına. İstanbul’un karadan Kâbe ile temasını sağladığı için Üsküdar’in sahil şeridine Mekke’deki Harem-i Şerif'e atfen Harem diyen ecdadımız, öldükten sonra da Kâbe toprağı saydığı bu semte gömülmek isterlermiş.
Aslında, hacca giden yakınlarımızdan da bileceğimiz gibi, insanımızın, Mekke’de ölmek gibi bir arzusu da vardır. Bu nedenle halkımız, son nefesini oradan verenleri şanslı sayar. Hatta orada ölenlerin cenazelerini getirmek gibi bir gelenek yoktur. İşte Osmanlılar döneminde İstanbul’da yaşayanların hissettiği bu arzu, Karacaahmet Mezarlığı adıyla, içinde en fazla insanın medfun bulunduğu dünyanın en büyük mezarlığının ortaya çıkmasına neden oldu.
Nitekim, hiç üşenmemişler, kar kış demeden hiç yüksünmemişler, cenazelerini deniz yoluyla suyun öbür tarafına geçirerek orada defnetmişler. Tüm kaynaklar, Karacaahmet Mezarlığı’nın dünyanın en büyük mezarlığı olduğu konusunda hemfikir. Bunun bir nedeni de, nüfus açısından yaklaşık 3-4 asır boyunca dünyanın en kabalık şehri olan İstanbul’da doğal olarak ölen insan sayısı da ona uygun çok olunca, ortaya muazzam büyüklükte mezar çıkmış.
İstanbul üzerinden uçakla geçenlerin, kentin ortasında yeşil bir vadi gibi gördükleri alan burasıdır. İstanbul’da yaşayanların gömülmeyi arzu ettikleri diğer bir mekan da yine oldukça büyük olan Eyüp Sultan mezarlığıdır ki, Peygamber Efendimizi Hicret’ten sonra evinde uzun müddet misafir eden ve sancaktarlığını da yapan Halid b. Zeyd Ebû Eyyub El-Ensârî Hazretlerinin burada gömülü olması nedeniyledir.
Dikkatinizi çekerim, Eyüp mezarlığı surlara, yani eski İstanbul’a oldukça yakın olmasına rağmen, İstanbulluların Anadolu yakasına, yani Karacaahmet Mezarlığı’na gömülmek istemesi de, Kâbe’ye olan aşırı ihtiram ve kutsiyetteki sıralama ile ilgilidir. Yani, Kâbe’de veya Medine’de kılınan namazın sevap derecesinde olduğu gibi...
Öyle bir ecdadın ahfadıyız ki, silinmiş, yok olmaya yüz tutmuş değerlerimizden geriye kalan küçük hisse bile, en derbeder halimizde milletçe bizleri hala ayakta tutmaya yetiyor.
|