Hz HÜSEYİN VE KERBALA.
Hz Peygamber, ilahî güzellikleri söz ve eylemleriyle en güzel şekilde yansıtması bakımından varlık aleminin nadide bir çiçeği, eşsiz bir gülüdür. Torunu Hz. Hüseyin de ağabeyi Hasan ile birlikte o çiçeğin bir deseni, o gülün bir yaprağıdır. Nitekim o bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Hasan ve Hüseyin, benim dünyada kokladığım iki çiçeğimdir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288).
Aslında her anne-baba veya büyük anne-büyük baba için çocuğu yahut torunu çiçektir. Temiz olduğu için çiçektir, günahsız olduğu için çiçektir, masumluğu yansıttığı için çiçektir…
Hz. Hüseyin hayatının bütün dönemlerinde bir çocuk kadar masum ver günahsız, su kadar duru ve pak, süt kadar lekesiz ve aktır. O sadece çocukken değil, gençlik ve yetişkinliğinde de hep masumiyetini, temizliğini ve güzelliğini korumuştur.
İlkin, doğduktan sonra kendisine güzel bir isim konulmuştur. Kaynaklara göre dünyaya geldiğinde babası ona “Harb” ismini koymak istemiş, fakat bunu Peygamber’e bırakmanın daha doğru olacağına karar verip çocuğu ona götürmüştür. Hz. Peygamber de Hüseyin’i kucağına alıp sevmiş, sonra da “güzel, bir tanecik, güzelcik” anlamında “Hüseyin” diye seslenmiştir ona. Kulağına mesajların en güzeli olan ezanı okuyarak.
Hz. Hüseyin adı gibi fiziki özellikleri bakımından da çok güzel yaratılmıştı. Babası Hz. Ali bir sözünde bunu şöyle ifade etmiştir: "Oğlum Hasan, göğsünden başına kadar olan kısmında, diğer oğlum Hüseyin de bundan aşağı olan kısmında Hz. Peygamber’e çok benzerdi" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 108). Hz. Peygamber’in ise aydan daha tatlı, güneşten daha parlak bir fiziki güzelliğe sahip olduğu şemâil kitaplarında tasvir edilmektedir.
Hz. Hüseyin fizyonomisi gibi, ama ondan daha öte Resulullah’ın getirdiklerini kuşanan bir ehl-i beyt üyesi olarak inanç, ibadet ve ahlakı bakımından çok güzeldir, çok şirindir. Çünkü onu Allah resulü eğitmiş, Allah resulünün eğittiği Hz. Fatıma doğurup eğitmiş, onu küçüklüğünden itibaren Allah resulünün himayesinde büyüyüp yetişen Ali eğitmiştir.
Hz. Hüseyin yine ağabeyi ile birlikte dedesinin özel dualarına mazhar olmuştur. Nitekim Hz. Peygamber, her iki torunu için "Allah'ım! Ben, bunları seviyorum. Sen de sev bunları" (Tirmizî, “Menâkıb”, 31) demiştir. Başka bir hadisinde ise bu güzelliklerin kendilerine kazandıracağı uhrevî sonuca işaret ederek “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir (Tirmizî, “Menâkıb”, 31) demiştir.
Kısa biyografisi itibariyle, Hüseyin 10 Ocak 626 yılında Medine’de dünyaya geldi. Peygamber’in emriyle doğumunun yedinci günü akika kurbanı kesildi. Saçları tıraş edildi ve ağırlığınca gümüş yoksullara dağıtıldı. Aynı gün sünnet oldu.
Peygamber vefat ettiğinde altı yaşları civarında idi. Başka bir ifadeyle altı yıl kadar dedesiyle birlikte oldu. Hz. Peygamber ağabeyi Hasan ile birlikte kendisine özel ilgi gösterdi. Zaman zaman mescide götürdü. Sırtında taşıdı. Bazı dualar öğretti.
Hz. Peygamber 630 yılında Necran’lı hristiyan heyetiyle yaptığı ahitleşme sırasında nazil olan Mübâhele ayetinin (Âli İmrân 3/61) gereğini yerine getirmeye hazırlanırken, yakın akrabası arasında Hz. Hüseyin’i de bulundurdu.
Hz. Hüseyin çocuk yaşta olması dolayısıyla, birinci halife döneminde gerçekleşen irtidât hareketlerinin bastırılması ve fetih faaliyetlerinde yer almadı. İkinci halife ve üçüncü halifenin hilafetinin ilk altı yılında babasının yolunu izledi. Siyasi faaliyetlerden genellikle uzak durdu. Kaynakların verdiği bilgilere göre Peygamber torunu olarak daima hürmet gördü. Divan’dan bu yakınlığına paralel olarak kendisine “atiyye”ler verildi.
Üçüncü halife döneminde ağabeyi Hz. Hasan ile birlikte 650 yılında Taberistan seferine katılan Hz. Hüseyin, halifenin hilafetinin ikinci yarısından sonra ortaya çıkan ihtilaflarda babasının verdiği görevler çerçevesinde, diğer sahabî gençleriyle birlikte halifeyi koruma görevi aldı. İki aya yakın bu görevini başarıyla sürdüren Hz. Hüseyin halifenin şehit edilmesinden büyük üzüntü duydu.
24 Haziran 656 yılında babası Hz. Ali’nin hilafete geçmesiyle birlikte kendisini siyasi olayların içinde bulan Hz. Hüseyin, babasını takip ederek Kufe’ye geçti, onun bütün seferlerine iştirak etti. Bu bağlamda Cemel, Sıffîn ve Nehrevân savaşlarına katıldı.
Babasının şehit edilmesinden (28 Ocak 661) sonra ağabeyi Hasan’ın yanında yer aldı. Onun altı ay sonra Muaviye ile belli şartlar altında anlaşma yapıp hilafetten çekilmesini ise bazı kaynaklara göre onaylamadı, ancak ağabeyine itaatini sürdürdü. Medine’ye intikal etti. Orada ilim ve ibadetle meşgul oldu.
Ne var ki Muaviye’nin ölümünden sonra oğlu Yezid’in hilafet makamına oturması durumu değiştirdi.
Olumsuz ve sevimsiz kişiliği ile bilinen Yezid Medine valisine mektup yazarak Hüseyin’in kendisine biatını sağlamasını emretti. Hz. Hüseyin buna şiddetle karşı çıktı. Önce Medine'den Mekke’ye geldi, orada çeşitli görüşmeler gerçekleştirdi. Bu arada Kûfeliler’den ısrarla kendisine Kûfe’ye çağıran mektuplar aldı. Bunun üzerine yerinde incelemeler yapmak ve durumu kendisine bildirmek üzere amcasının oğlu Müslim b. Akil’i Kûfe’ye gönderdi.
Müslim Kûfe’ye girdiğinde büyük bir ilgiyle karşılandı ve Hz. Hüseyin adına kendisine 12.000 veya 18.000 kişi biat etti. Müslim yazdığı mektupla olumlu haberleri Hz. Hüseyin’e bildirdi.
İktidarını pekiştirmeye çalışan Yezid, çok geçmeden Kufe’de. Hüseyin lehine meydana gelen gelişmeleri öğrendi. Bunun üzerine valiyi görevden alarak yerine sertliği ile tanınan Ubeydullah bin Ziyad’ı tayin etti, ondan meseleye müdahale etmesini istedi.
Vali İbn Ziyâd Kufe’ye gelir gelmez sert konuşmalar yaptı. İnsanları yıldırıp korkuttu. Ardından Müslim’i ve ona yardım edenleri yakalatıp öldürttü, taraftarlarını dağıttı.
Kufe’deki bu yeni gelişmelerden ve Müslim’in öldürüldüğünden haberi olmayan Hz. Hüseyin, bazı tecrübeli kimselerin “Kûfeliler’e güvenilemeyeceğini” söylemesine aldırış etmeksizin hazırlıklarını tamamladı ve yakınlarını yanına alarak küçük bir birlikle yola çıktı.
Yolda bilahare Müslim’in öldürüldüğünü öğrenen Hz. Hüseyin, beraberinde bulunanlarla istişare ederek durum değerlendirmesi yaptı, isteyenlerin dönebileceğini söyledi. Kendisi samimi adamlarıyla birlikte yolculuğuna devam etti.
Bu arada vali İbn Ziyad, önce Hür b. Yezid komutasında öncü kuvvet hazırlayıp Hüseyin’i sıkıştırmasını istedi. Hür istenileni yaptı. Arkasından Ömer bin Sa’d komutasında 4.000 kişilik bir kuvveti daha Hz. Hüseyin'in üzerine gönderdi. Bu birlik Kerbelâ’da Hz. Hüseyin ve adamlarını kuşattı, ikmal yollarını tutarak Fırat’tan su almalarını engelledi.
İnsanlar, özellikle de kadınlar ve çocuklar susuz kaldı. Zulüm had safhaya ulaştı. Bu arada bazı görüşmeler yapıldı ise de sonuç vermedi. Karşı taraf ısrarla Hüseyin’in Yezid’e biat etmesini, aksi halde “olacakların olacağını” söyledi. Hz. Hüseyin ise Yezid gibi fâcir bir kimseye biat edemezdi ve etmedi.
Nihayet 10 Muharrem yani aşura günü (10 Ekim 680) Ömer b. Sa’d’ın ordusu Hz. Hüseyin’in 23 atlı, 40 piyadeden oluşan sembolik birliğine bütün gücüyle saldırdı. Hz. Hüseyin'in askerleri yiğitçe mücadele etti, çok geçmeden sonra teker teker şehit oldular. Sonunda azılı câniler, gözlerini kırpmadan Hz. Hüseyin'in üzerine yürüdü, önce onu atından düşürdüler, ardından da kılıçla mübarek başını gövdesinden ayırdılar. Hz. Peygamber’in öpüp kokladığı mübarek “baş” önce Kufe’ye, ardından da Şam’a götürüldü (Ağırlıkla anlayışa göre Hüseyin’in başı daha sonra Medine’ye getirilerek annesi Fatıma’nın kabrinin yanına defnedilmiştir).
Bu suretle Hz. Peygamber’in nadide çiçeği Kerbela’da koparıldı. O günden beri kalplere kor düştü. Peygamber’i seven, Peygamber’i sevdiği için onun ehl-i beytini seven, “âl-i Muhammed” diyerek onlara dua eden bütün Müslümanlar üzüldü. Hüseyin sevginin, Kerbela da acının adı oldu. Hangi sosyo-kültürel dünyaya mensup olursa olsun bütün Müslümanlar içtenlikle Hz. Hüseyin’ sevdiler, Kerbela’da onun “baş”ına gelenlerden üzüntü duydular.
Bütün şehitlerimizin, başta Hz. Hüseyin olmak üzere Kerbela şehitlerinin ruhu şâd olsun